KÜÇÜREK ÖYKÜ

  • Küçürek hikâye, hikâye türünün bir alt türüdür.
  • Küçürek hikâyeye minimal hikâye de denir.
  • Türk edebiyatında küçürek hikâye türü için “minimal öykü”, “çok kısa öykü”, “öykücük”, “kısa kısa öykü”, ”kıpkısa öykü” gibi terimler kullanılmıştır.
  • Küçürek hikâyenin ortaya çıkışında farklı sanat dallarındaki minimal yaklaşımın son yıllarda hikâyede de karşılık bulması etkili olmuştur.
  • Günümüzün modern yaşamında az zamanda çok şey yapma çabası, insanların sabırsızlıkları, zamanın azlığı, okur kitlesinin uzun metinlerden kaçma isteği, genel ağdaki bloglar, haber yazıları, sosyal medyadaki yazma ve iletişim alışkanlıkları gibi birçok faktör, küçürek hikâyeye ilgiyi giderek artırmaktadır.
  • Kısa ve yalındır.
  • Bu tür hikâyeler 750 kelimeden az olan hikâyelerdir. Bunlar arasında tek cümlelik hikâyeler de vardır.
  • Hikâyenin unsurlarıyla ilgili pek çok ayrıntıya girilmez. Şiir gibi yoğun ve imgesel ifadeler kullanılır.
  •  Hikâyede verilmeyenlerin okur tarafından tamamlanması beklenir.
  • Okunması ve anlaşılması kolay bir türdür.
  • Küçürek hikâyede hiçbir şey uzun uzadıya anlatılmaz.
  •  Klasik hikâyedeki serim, çözüm bölümleri yoktur. Bu bölümler okurun düş gücüne bırakılır.
  •  Küçürek hikâyede yazar, çoğu zaman imgeler kurar ve onların gücünden faydalanarak hikâyesini anlatır. Bir kelimenin bile hikâyeden çıkarılması hikâyenin yapısını bozar.
  •  Küçürek hikâyeler; insan yaşamından dondurulmuş kısa anlar, yaşanmış küçük olaylar, anekdotlar, kurulan düşlerden birisi, bir monolog, bir içsel konuşma olabilir.
  • Bu tür hikâyelerde de insana özgü gerçekler (bireyselleşme, yalnızlık, yabancılaşma vb.) tematik yapıyı oluşturur.
  •  Küçürek hikâyelerde çok küçük bir olay ya da durum anlatıldığı için şahıs kadrosu, zaman ve mekân gibi yapı unsurları sınırlıdır.
  • Küçürek hikâyede anlam anlatılan şeyde değil, anlatılmayan, gizlenen şeyde ortaya çıkar. Bu yüzden yoğun, dolaylı anlatıma ve sembolizme dayanmaktadır.
  • Bazı küçürek hikâyeler o kadar basittir ki okurda “Bu hikâyeyi ben de yazabilirim.” duygusu oluşturur.
  • Şiir, fıkra, fabl, masal, manzum hikâye, atasözü gibi türlerin birçok özelliğini taşıyan küçürek hikâye, günümüzde bağımsız bir tür hâline gelmiştir.
  • Franz Kafka (Frans Kafka), Max Jacob (Maks Yakop) gibi yazarlar dünya edebiyatında küçürek hikâyenin akla gelen ilk yazarlarıdır. Türk edebiyatında ise Ferit Edgü, Necati Tosuner, Hulki Aktunç, Haydar Ergülen, Rasim Özdenören, Ayfer Tunç gibi yazarlar bu hikâye türünde öne çıkan yazarlardır fakat bu yazarların dışında bu türde eser veren yazarlar da vardır.

ÖRNEKLER:

YOLCU

“Yolcu:
— Gidiyorum. Bu kez gerçekten gidiyorum.
— Cehennemin dibine değin yolun var.
— Ama ben o yolu bilmiyorum.
— Bilmen gerekmiyor. Yolun sonu zaten orası.” (FERİT EDGÜ)

İZ

O günlerde sürekli izleniyordum. Bıktım. Ben de beni izleyenleri izlemeye başladım. Böylece onlarla aramda bir eşitlik doğdu. Onlar da ben de hem izleyen, hem izlenen olduk.”

  • Bir zamandır ablam annemin kafayı üşüttüğünü söylüyordu. Ben pek üzerinde durmadım. Evet, ablam da haklı. Yaşlı bir kadınla her gün aynı evde olmak kolay değil. Dün pazardı, şöyle bir uğradım onlara. Biraz kaynattık işte eskilerden falan… Ama kalktım gidiyorum, elini öptüm annemin. “Oğlum bir daha gelişinde anneni de getir…” dedi. İçimdeki yangın gözlerimi yaşarttı. Ablamın yüzüne bakmadan kaçarcasına çıktım evden. Yağmura sığındım dışarıda.” (NECATİ TOSUNER)
  • Eskiden sıhhiye memurları vardı, yeni dilde sağlık memuru diyorlar. Babamın en küçük amcası, Yusuf Amcam sıhhiye memuruydu, tansiyon ölçer, evlere iğneye gider, sünnet yapardı, bir bakıma bütün erkek çocuklarının korkulu rüyasıydı. Necati Cumalı’nın Ay Büyürken Uyuyamam adlı hikâye kitabını okuyup sonra da o hikâyelerden birinden uyarlanan Adı Vasfiye filmini seyredince Yusuf Amcamı hatırladım. Karısı hep çapkınlığından dem vururdu onun. Biz çocuktuk ve bize bile amcamla ilgili doğru-yanlış hikâyeler anlatırdı, öyle ya iğneciydi ve evlere girip çıkıyordu. Amcamsa hep gülerdi karısının bu kıskançlık krizleri karşısında. Yusuf Amcam çok yakışıklı biri değildi, ama bir Fransız filminde rahatlıkla oynayabileceğini düşünmüştüm yıllar sonra. Önce karısı öldü, 45 yaşında filan, amcam da öldüğünde 50 yaşından fazla değildi. Evlerinin bahçesinde bir tulumba vardı, suyu oradan alırlardı. Her hikâyenin sonunda, duvara asılı tüfek patlamıyor işte. Tulumbanın bu hikâyede ne işi var, bilmiyorum…” (HAYDAR ERGÜLEN)
  • Sadece kemanını vermedim. Yıllar sonra yeğenine armağan ettim. O da öğrenememiş doğru dürüst, evlerinin bir duvarına asmış. Ben zaten hiç beceremedim, hiçbir şey, iç yangını anılar yaratmaktan başka.” (VÜS’AT O. BENER)
  • “Savaşlar çocukları büyütür”, dedi yaşlı kadın, buruşuk ağzının kenarındaki tükürükleri silerken. “Babalarının mezarları başında ağlayan adamlar görürsen şaşırma, yaşları büyüktür babalarından…” Bu sözler, örümcek ağına takılmış bir sinek oldu, salındı kafasının köşesinde.”(MURAT YALÇIN)
  • “İşte terzi kalfa geliyor:
    – Bana bir kat elbise lazım.
    – Yanınızda örnekler var mı?
    – Her türlüsü var efendim. Hangisi daha ziyade hoşunuza giderse onu intihap ediniz.
    – Siyahı daha ziyade severim. Bana bir kat elbise ölçüsü alınız.
    – Ne biçimde olsun?
    – Şimdiki modaya göre nasıl giyiyorlar ise öyle yapınız. Elbisem hazır mıdır?
    – Hayır efendim. Yalnız setrenizi getirdim. Bakayım prova edeyim iyi geliyor mu?
    – Vücudumu çok sıkıyor. Boyu çok uzun.
    – Tamam, boyunuza göredir.
    – Kollarım kaçıyor.
    – Efendim şimdiki moda böyledir.
    – Ben isterim ki vücudum rahat etsin. Zaten terzi kesme işinde hiçbir vakit kendinde kusur bulmaz ki…” (SEVİM BURAK)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir