XIII. yüzyılda başlayıp 16. Ve 17.yy.da en olgun dönemini yaşamış ve XIX. yüzyıla kadar varlığını devam ettirmiş bir edebiyattır.
Saray edebiyatı, klasik edebiyat, yüksek zümre edebiyatı gibi değişik adlarla anılan bu edebiyat için en yaygın kullanılan isim divan edebiyatıdır. Bu adlandırmada şairlerin, eserlerini “divan” adı verilen bir kitapta toplamaları etkili olmuştur. “Divan edebiyatı” ifadesini ilk olarak Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem kullanmışlardır. Bu edebiyata “klasik edebiyat” veya “Klasik Türk Edebiyatı” adını veren ise Fuat Köprülü’dür.
Arap ve Fars edebiyatlarının etkisinde bir kültür birikimiyle yazılan bu şiir, medrese eğitimi almış aydınlar tarafından oluşturulmuş ve geliştirilmiştir. Geleneğin belirlediği katı şiir kuralları içinde şiir yazmaya çalışan şairler, Arapça ve Farçanın etkisinde çok kaldıklarından bu şiir halktan kopuk bir şiir sayılabilir.
Divan şiirinde nazım birimi genellikle beyittir. Benler de kullanılmıştır.
Ölçü olarak Türkçe ses yapısına pek de uymayan aruz ölçüsü kullanılmıştır. Divan şiirinde Âşık Paşa, Nedim ve Şeyh Galip hece ölçüsüyle birer şiir denemesi yapmışlardır.
Redif ve uyağa çok önem verilmiştir. Daha çok “göz için uyak” benimsenmiş; sıklıkla tam ve zengin uyak oluşturulmuştur.
Şiirlerde bütün güzelliğinden ziyade parça güzelliği önemsenmiştir. Anlam beyitte başlar ve beyitte tamamlanır. Bu nedenle şiirin birimleri arasında konu bütünlüğü yoktur.
Sanat için sanat anlayışı benimsenmiştir.
Arapça, Farsça ve Türkçenin bir arada olduğu Osmanlı Türkçesi kullanılmış, mecazlara ve sanatlı söyleyişlere çokça başvurulmuştur.
Ağır, sanatlı, süslü söyleyişler hâkimdir. Söz sanatlarını çok fazla kullanmışlardır. Bu da ustalığın bir ölçüsü sayılmıştır.
Şiirde anlam kapalılığı had safhadadır. Mazmun adı verilen kalıplaşmış sözler kullanılmaktadır.
Divan şiirinde şairin bir şair mi bir hükümdar mı, kadın mı ya da erkek mi olduğu pek de anlaşılmaz. Çünkü bütün şairler divan şiirinin katı kurallarına uymak ve ortak kalıplaşmış sözcükleri yani mazmunları kullanmak zorundaydılar.
Divan şiiri bireysel bir şiirdir. Toplumsal konulara yer vermemekle birlikte daha çok soyut konular ve soyut anlatımlar tercih edilmiştir.
Şiirde gerçek hayat ya da insan, olduğu gibi değil, idealize edilerek anlatılmıştır.
Daha çok aşk, ayrılık, karşılıksız sevda, sevgilinin vefasızlığı, eğlence, tasavvuf, kadercilik gibi konular işlenmiştir.
Divan edebiyatı, şiir ve nesir alanında dinî, sosyal, kültürel ve tarihi birçok kaynaktan beslenmiştir. Bunlar Kur’an, hadisler, kıssas-ı enbiya, menkıbeler, tasavvuf, şehname, tarihi laylar, kişiler ve günlük hayata dair kaynaklardır.
Divan şiirlerinde de halk şiirinde olduğu gibi şiire başlık verme geleneği yoktur. Şiirler yazıldığı nazım şekline göre adlandırılırdı. Adlandırma, gazellerde uyak ve rediflere göre, kasidelerde betimleme (tasvir) bölümüne göre yapılır.
Şairler şiirin sonunda “mahlas” adını verdikleri lakaplarını kullanırlardı. Böylece şiirlerine bir şekilde imzalarını atmış olurlardı.
Şiirde gazel, kaside, mesnevi, müstezat gibi nazım biçimleri kullanılmıştır. Bunların çoğu Arap ve Fars edebiyatından alınmıştır. Türklerin divan edebiyatına kazandırdığı iki nazım şekli şarkı ve tuyuğdur. Şarkıyı Nedim, tuyuğu da Kadı Burhaneddin bulmuştur.
Usta şairlerin şiirleri taklit edilerek nazirecilik geleneği oluşturulmuştur.
İlk divan şairi Hoca Dehhani’dir. Divan şiirinin kurucusu kabul edilir.
Hoca Dehhani ile başlayan bu geleneğin en tanınmış sanatçıları arasında XIV. yüzyılda Ahmedî, Süleyman Çelebi; XV. yüzyılda Şeyhi, Ahmet Paşa, Necati; XVI. yüzyılda Fuzuli, Baki, Hayali Bey, Taşlıcalı Yahya; XVII. yüzyılda Nef’i, Nabi; XVIII. yüzyılda Nedim, Şeyh Gâlip; XIX. yüzyılda Enderunlu Vâsıf vb. sayılabilir. Hatta Şeyh Galip, divan şiirinin son büyük temsilcisi olması yönüyle Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir.
Şiirde tasavvuf, Sebk-i Hindi ve mahallileşme, Türkî-i Basit gibi akımların etkileri görülür.