- DİL
Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir araç, kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan, bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş sosyal bir kurum, seslerden örülmüş bir ağ, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli bir antlaşmalar sistemidir.
İnsanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık ederek sosyal bağlarımızı düzenleyen dil, hayatımızın her alanında varlığını hissettirir. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde, kısaca her yerde onunla beraber yaşarız.
Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsan zekâsının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce yeteneğinin sonuçları, insanın kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir. Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe geçmiş durumdadır. İnsan dil ile düşünür. Dilin gelişmesi düşünmeye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesini sağlayan “düşünce”, gelişmesini dile borçludur.
Dil her şeyden önce sosyal ve ulusal bir varlıktır. Bireylerin ötesinde, bir ulusu ilgilendirir. Bütün bir ulusun duygu ve düşünce hazinesi dille meydana getirilir. Bir ulusu ayakta tutan, bireyleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, ulusal bilinci besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür. Bağımsızlığın temeli ulusal bilinçtir. Ulusal bilincin en kuvvetli kaynağı ise dildir.
- KÜLTÜR
Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen; zamanın ve ihtiyaçların doğurduğu, şuurlu tercihlerle manalı ve zengin bir sentez oluşturan; sistemli ve sistemsiz şekilde nesilden nesle aktarılan; bu suretle her insanda mensubiyet duygusu, kimlik şuuru kazanılmasını sağlayan; insana çevreyi ve şartları değiştirme gücü veren; nesillerin yaşadıkları zamana ve geleceğe bakışları sırasında “geçmişe atıf” düşüncesini geliştiren inanışların, kabullenişlerin, yaşama şekillerinin bütününe kültür denir. (Sadık Kemal TURAL)
Millet ve milleti meydana getirme, fertler arasındaki ilişkiler, tabiata hâkim olma, tarihi bağ gibi pek çok özellik kültür kavramıyla ilişkilendirilmektedir. O halde kültürü, milleti millet yapan maddî ve manevî (tinsel) değerlerin tümü şeklinde tanımlamak yanlış olmaz.
- KÜLTÜRÜN UNSURLARI
Dil, kültür unsurlarının başında gelir. Çünkü dil olmadan öteki unsurların meydana gelmesi mümkün değildir. Her millet, yaşamı ve yaşam ötesini değişik şekillerde algılamış ve yorumlamıştır. Dil, bu algılayış ve yorumlayışın aktarılmasının en önemli yoludur. Dil için, kültüre ait bütün değerleri bünyesinde barındıran bir kültür hazinesidir, demek yanlış olmaz. Kültürü oluşturan diğer unsurların arasında din, gelenek ve görenekler, sanat ve dünya görüşüyle, tarih de önemli bir yere sahiptir.
- KÜLTÜRÜN TAŞIYICISI OLARAK DİL
Kültür, varlığını kuşaktan kuşağa aktarılmasına borçludur. Bu aktarmada en önemli araç, kültür taşıyıcı eserlerdir. Bir şarkı, bir türkü, bir şiir, bir halk hikâyesi bu anlamda büyük önem taşır. Saydığımız bütün bu ürünlerin hammaddesinin dil olduğu düşünüldüğünde dilin kültür taşımadaki vazgeçilmez işlevi daha iyi anlaşılacaktır.
Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, dünya görüşü, bilime katkısı ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değeri; yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle sözcüklerde, deyimlerde sembolleşerek dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır. Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmekte, bireyler arasında duygu ve düşünce birliği oluşturmaktadır. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam bir birlik meydana getirir; çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde geniş bir yayılma alanı bulur. Biz Orhun Yazıtları sayesinde bundan yaklaşık bin üç yüz yıl öncesi hakkında, Göktürklerin varlığı, sorunları, duygu ve düşünceleri hakkında fikir sahibi olabiliyoruz. Türklerin yöneticisi durumunda olan şahısların halkı muhatap kabul ederek onlara hitap ettiklerini, yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz. Bir şair duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof, görüşlerini topluma dil aracılığıyla yayabilir. Milletimizin dünya görüşü Yunus Emre’nin ilahilerinde, Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda, İstanbul’un güzellikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal’in eserleriyle Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında, Anadolu insanının yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri’nin eserlerinde sonsuzluğa taşınacaktır. Milletimizin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinin sonuçları, en özlü ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar toplum hayatını derinden etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır.
Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı “Dîvânü Lügati’t Türk” olmasaydı o zamanki Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşleri, gelenek ve görenekleri, kullandıkları sözcükler, İslamiyet öncesi döneme ait sözlü ürünler, tarihin derinliklerinde bir sır olarak kalacak, bu da kültürün aktarılmasındaki önemli bir köprünün yıkılması anlamına gelecekti.
Dilin kültür taşıyıcılık işlevi sadece bizim milletimiz için söz konusu değildir. Bugün millet dediğimiz ne kadar çok sosyal topluluk varsa o kadar da milli kültür vardır. Onların kültürlerinin oluşmasında ve yeni nesillere aktarılmasında yine en büyük görev, kendi dillerine düşmektedir.
Edebiyat da bir dil ürünü olduğuna göre örneklerde de gördüğümüz gibi kültürü sonraki kuşaklara aktarmada oldukça etkili bir köprüdür.