
- Halk edebiyatının bir kolu olup Türklerin, İslam medeniyetinin etkisine girmesinden sonra âşık adı verilen saz şairlerince oluşturulmuştur.
- İslamiyet’ten önceki “ozan”ın, “âşık” adını alması, sözlü edebiyatımızın devamlılığının göstergesidir.
- Tam anlamıyla XVI. yüzyılda şekillendiği söylenebilir.
- Âşık tarzı halk şiiri sanatçılarının geneli iyi bir eğitimden geçmemiş, köylerde kahvehanelerde, bayramlarda, düğünlerde ve derneklerde ustalıklarını sergileyen, halkla iç içe yaşayan kişilerdir.

- Âşıklık geleneğinde usta-çırak ilişkisi önemlidir. Usta âşık, saza ve söze yeteneği olan birini çırak edinir ve ona adım adım âşıklığı öğretir.
- Kişinin “âşık” olabilmesi için saz çalması da gereklidir. Geleneğe göre kişinin âşık olduğunun en önemli göstergesi bade içme veya rüya görmedir. Bu durumla âşıklıkta çok sık karşılaşılır. Âşıkların bazıları, rüyalarında Hızır aleyhisselamı görüp uyanınca saz çalıp şiir söylemeye başlamışlardır. Bazıları da yine rüyalarında pir elinden bade içerler, pirin gösterdiği sevgilinin yüzüne âşık olurlar ve böylece âşıklık makamına ulaşırlar.
- Mahlas edinme âşıklıktaki ikinci adımdır. Âşıklık yolunda ilerleyen kişinin kendini yansıtan bir mahlas seçmesi, geleneğin belirlediği bir durumdur. Halk edebiyatında şairin mahlasına “tapşırma” adı verilir.
- Çoğunlukla doğaçlama (hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi) söylenen bu şiirlere Türk halk müziğinin en önemli enstrümanı olan ve “cura, çöğür, bozuk, divan sazı, meydan sazı” adlarıyla da anılan “bağlama” eşlik eder.
- Âşık tarzı halk edebiyatında şairlerin şiirlerinin toplandığı esere “cönk” adı verilir.
- Bu gelenekte şiirlerin özel bir başlığı yoktur.
- Âşıklar köylerde (meydan şairleri), şehirlerde veya asker ocaklarında yetişmişlerdir. Asker ocaklarında veya şehirlerde yetişen âşıklar (kalem şuarası / kalem şairleri) medreselerde okuduklarından dolayı Divan edebiyatından etkilenmişlerdir.
- Şiirlerde genellikle dörtlük nazım birimini ve hece ölçüsü kullanılmıştır. Hece ölçüsünün 7’li, 8’li ve 11’li kalıplarına ağırlık verilmiştir. Bunun yanı sıra özellikle XVI. yüzyıldan sonra divan edebiyatı nazım biçimlerini ve aruz ölçüsünü kullanan âşıklar da vardır.
- Dil sade, halkın kullandığı günlük konuşma dilidir.
- Şiirlerde genellikle yarım ve cinaslı uyak kullanılmıştır.
- Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b, ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır.
- Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplum sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir.
- Âşık edebiyatı dini etki taşımadan oluşmuş, din dışı bir edebiyattır.
- Divan edebiyatında görülen kalıplaşmış benzetmeler, yani mazmunlar, halk edebiyatında da vardır. Sevgili anlatılırken inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy, gibi benzetmeler kullanılmıştır.
- Âşık edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır. Yani divan edebiyatındaki gibi idealize edilmiş sevgili, idealize edilmiş bir tabiat yoktur. Sevgili de doğa da gerçektir ve olduğu gibidir.
- Âşık edebiyatı, varlığını, zenginleşerek günümüze kadar devam ettirmiş, günümüzde ise bu terim yerine daha genel bir ifadeyle halk edebiyatı terimi kullanılmaya başlanmıştır.
- Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
- Âşıklar düz konuşma biçiminde söyleme ile şiir söylemeyi dilden söylemek ve telden söylemek deyimleriyle ayırırlar; bununla âşığın şiirini söylerken sözlere eşlik eden müzik aracının, sazın, âşığın şiirinden ayrılmaz bir öge olduğu anlatılmak istenir.
- Âşık Edebiyatı’nın yüzyıllara göre en önemli temsilcileri şunlardır:
16. yüzyıl: Köroğlu, Kul Mehmet, Âşık Garip, Âşık Kerem
17. yüzyıl: Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Kuloğlu, Ercişli Emrah, Kâtibi, Gevheri
18. yüzyıl:
19. yüzyıl: Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Seyrani, Ruhsati, Âşık Sümmani, Tokatlı Nuri, Âşık Şenlik
20. yüzyıl: Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî, Âşık Şeref Taşlıova, Âşık Mahzuni Şerif, Âşık Feymani, Abdurrahim Karakoç
ÂŞIK TARZI HALK EDEBİYATININ BELLİ BAŞLI ŞAİRLERİ
- KÖROĞLU:

16. yy.da Bolu civarında yaşamıştır. Yeniçeri Ocağı’nda görev yapmıştır. Âşık edebiyatının kurucusu kabul edilir. Şiirlerinde coşkun ve yiğitçe bir söyleyiş hâkimdir.Koçaklamanın en önemli temsilcisidir. Şiirlerinde sadece hece ölçüsü kullanmış, divan edebiyatından ve tasavvuftan hiç etkilenmemiştir. Yalın ve akıcı bir dil kullanmıştır. Köroğlu Destanı bu şairimizi anlatır. “Benden selam olsun Bolu Beyi’ne” dizesiyle ünlüdür. Halk şiirinde kavganın, özgürlüğün sembolüdür.
- KARACAOĞLAN:

Karacaoğlan’ın doğum, ölüm ve yaşadığı dönem hakkında kaynaklarda kesin bilgi olmamakla birlikte onun XVII. Yüzyıl saz şairlerinden biri olduğu söylenebilir. Toroslarda Türkmen aşiretleri arasında yaşayan bir meydan şairidir. Türk saz şairi denince akla ilk gelen isimlerdendir. Karacaoğlan elinde sazı diyar diyar gezmiş, uzun süre bir yerde kalmamıştır. Bu durum şiirlerine de yansımıştır. Şiirlerinde; gezdiği yerleri, mensubu olduğu Türkmen aşiretinin yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, aşk ve ahlak anlayışını, dil özelliklerini ayrıntısıyla görmek mümkündür. Gözleme dayalı, somut ve gerçekçi betimlemeler yapmıştır. Şiirlerinde aşkı çokça işlemiştir. Bunun yanında ayrılık, gurbet, memleket özlemi ve ölüm temalarını da işlemiştir. Şiirlerinde düşünceden ziyade duygulara yönelmiştir. Maddi zevklere düşkünlüğü ve beşeri aşkı işlemesi bakımından Nedim’e benzer. Karacaoğlan, divan ve tekke şiiri etkisinde kalmamış, aruz ölçüsünü hiç kullanmamıştır. Koşma, destan, varsağı, semai gibi pek çok türde şiir söyleyen sanatçının şiirleri üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Güzelleme ve varsağılarıyla ünlüdür.
- KAYIKÇI KUL MUSTAFA:

16.yy sonu ile 17. Yy.ın ilk yarısında yaşamış meydan şairidir. Yeniçeri şairlerindendir. Yalın bir dil ve akıcı bir üslupla şiirler söyleyen şair, divan edebiyatından etkilenmemiştir. Bağdat kuşatmasında kaleden atılan oklarla yaralanıp Dicle’ye düşerek boğulan ve IV. Murat’ın hayranlığını kazanan Genç Osman için yazdığı Genç Osman Destanı ile tanınır. Koçaklama ve destan yazmıştır.
- ÂŞIK ÖMER:

17.yy.da yaşamış ve medrese eğitimi almıştır. Bu nedenle divan şiirinden etkilenmiş, yazdığı divan şiirlerinde “Adli” mahlasını kullanmıştır. Âşık edebiyatının en çok şiir yazan şairidir. Şiirlerinde hem hece hem de aruz ölçüsünü kullanmıştır. En çok koşma ve semai yazmıştır. Şiirlerinin çoğunda vatan hasretiyle yanıp tutuşur. Şiirlerini “Âşık Ömer Divanı”nda toplamıştır. Şairname (Âşıkname) adlı eserinde 105 şairin adı geçmektedir.
- ERCİŞLİ EMRAH:
17.yy.sonu ile 18.yy başında yaşamıştır. Bütün şiirlerini heceyle yazmıştır. Aşk, tabiat, sevgili, gurbet gibi temaları işlemiştir.Tasavvuftan etkilenmiştir.Ercişli Emrah ile Selvihan hikâyesinin kahramanıdır.
- KÂTİBİ:
17.yy.da yaşamıştır. Yeniçeri şairidir. Hem hece hem de aruzla yazmıştır. Sözcük seçiminde ve sağlam kafiyeler bulmada usta bir şairdir. Aşk, özlem, kahramanlık temalarını işlemiştir.
- GEVHERİ:
17.yy. sonu ile 18.yy başında yaşamış bir kalem şairidir. Medrese eğitimi almış, divan şiirinden etkilenmiştir. Hem hece hem de aruzu kullanmıştır. Fuzuli’den etkilenmiştir. Türküler söylemiştir. Kendi mahlasıyla anılan bir musiki makamı vardır.
- DERTLİ:
19.yy.da Bolu’da yaşamış bir şairdir. Hem hece hem de aruzu kullanmıştır. Divan ve tekke şiirinden etkilenmiştir. Sevdiğine kavuşamaması, babasından kalan mirasın kandırılarak elinden alınması, yoksulluk gibi dertlerden dolayı “Dertli” mahlasını almıştır. Muamma çözme konusunda ustadır. Taşlamalarıyla ünlüdür.
- ERZURUMLU EMRAH:

“Emrah koşması”nı aşıklık geleneğine kazandırmış, dedim- dedi tarzı koşmalar yazmıştır. Medrese eğitimi görmüş, divan şiirinden etkilenmiş bir divan şairidir. Tasavvufu şiirlerinde sıklıkla işlemiştir. Hem hece hem de aruz ölçüsünü kullanmıştır. Halk şiiri türlerinin yanında “divan, kalanderi ve gazel”ler yazmıştır. Asıl başarısı koşma ve semailerdedir. “Gönül gurbet ele çıkma/ Ya gelinir ya gelinmez” semaisi ünlüdür. Bir Divan’ı vardır.
- SEYRANİ:
19.yy başında Kayseri’de dünyaya gelmiştir. Medrese eğitimi görmüş ve tasavvuf konularında yönelmiştir. Şiirlerinde hem hece hem de aruz ölçüsü kullanmıştır. Şiirlerinde cinas önemli bir yer tutar. Dönemin olumsuzluklarını eleştirmiş, taşlamalarıyla tanınmıştır. Muamma da çözmüştür.
- DADALOĞLU:

18.yy.sonu ile 19.yy.ın ilk yarısında yaşamıştır. “Hakkımızda devlet etmiş fermanı/ Ferman padişahın, dağlar bizimdir” dizesiyle ünlüdür. Güney Anadolu’da yaşayan Avşar Türklerinden olup meydan şairidir. Sade bir dille ve heceyle koşma, destan, türkü, varsağı söylemiştir. Sadece hece ölçüsünü kullanmış ve koçaklamalarıyla ünlenmiştir.
- RUHSATİ:
Saz çalmadan şiir söyleme geleneğinin kurucusudur. Hem hece hem de aruz kullanmıştır. Bektaşi geleneğindendir. Tasavvufla ilgili ahlaki ve öğretici şiirler yazmıştır. Şiirlerinde yerel söyleyişler göze çarpar. Daha çok yarım uyak kullanmıştır. “Uğru ile Kadı” adlı hikâyesi vardır.
- BAYBURTLU ZİHNİ:
18.sonu ve 19.yy.başlarında yaşayan bir kalem şairidir. Hem hece hem de aruz ölçüsünü kullanmıştır. Divan şiiri geleneğine uygun şiirler yazmıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinin dili ağırdır. Bazı şiirleri bestelenmiştir. Taşlamalarıyla ünlüdür. Divan, Sergüzeştname, Kitabe-i Hikâye-i Garibe adlı eserleri vardır.